Mükemmel değil YETERİNCE İYİ anne!

Son zamanlarda doğal beslenmeye verilen önemi biliyoruz. Bazılarımız çocuklarını ekşi mayalı ekmekler, katkısız meyve suları, köy yumurtaları, ev yapımı yoğurtlarla besleme konusunda oldukça iddialı. Peki, doğal olmayan ve katkı maddeli ürünleri çocuklardan uzak tutarken, onların duygusal anlamda da doğal beslenmesine ne kadar önem veriyoruz?

Bazı anne babalar “mükemmel” ebeveyn olmak ve “mükemmel” çocuklar yetiştirmek adına çocukları adeta cam fanusların içine hapsediyorlar. Çocuklarını tüm olumsuzluklardan, kötülüklerden koruyarak onlara iyilik yaptıklarını zannederken aslında çocuklarının duygusal bağışıklık sisteminin çökmesine neden oluyorlar. Ve hatta çocuklarının yetişkin hayata adım attıklarında anksiyeteden, depresyondan, mutsuzluktan, doyumsuzluktan ve asosyallikten şikayet eden bireyler olmalarına vesile olabiliyorlar.

Her adımında yanında olan, bir saniye olsun onları yalnız bırakmayan ebeveyn, çocuğunun tek başına kalabilme kapasitesinin gelişmesini engelleyip, ona fazlasıyla zarar verebiliyor.

Tabiki onların yanında olmalıyız, onlarla vakit geçirilmeli ancak tüm yaşantımız çocuğumuzu merkeze alarak onun etrafında dönmemeli. Çünkü daha sonra çocuğumuz, herkesten aynı tepkiyi bekler hale gelecek, her istediği olsun isteyen, ötekinin varlığını ısrarla görmek istemeyen, başkasının ihtiyaçlarını ve isteklerini dikkate almayan, ben merkezci bireyler olacaklardır.

Mükemmel anne, mükemmel baba olma fikrinin altında yatan temel neden, çoğu zaman ebeveynlerin hayatlarının diğer alanlarında kendilerini eksik hissetmeleri ve bunu çocukları üzerinden kapatmaya çalışmaları olabilir. Veya çocuklarını mükemmel yetiştirme adına kendilerine bu sayede değer veya anlam katmak da olabilir.

İngiliz psikanalist Donald Winnicott’un en önemli kavramlarından biri “YETERİNCE İYİ ANNE” kavramıdır. Winnicott, çocuğun tüm istediklerini değil ihtiyaçlarını karşılayan anneyi “yeterince iyi anne” olarak tanımlar. Çocuğun olgunlaşabilmesi için tıpkı anne karnında olduğu gibi, her arzusunun karşılanmamasını ve tutarlı yoksunluklara maruz bırakılması gerektiğini ifade eder. Çocuk makul bir düzeyde yoksunluk yaşadıkça daha yaratıcı olacak, kişiliğini ve zekâsını geliştirecek, beklemeyi, ertelemeyi öğrenecek ve hayatta karşılaşabileceği çeşitli sorunlara dair baş etme stratejilerini keşfedecektir. Yine makul bir düzeyde yalnız kaldıkça, çocuğun “tek başına kalabilme kapasitesi” gelişecektir. Kendine duygusal anlamda temas edip, kendi kendine yeter biri haline gelebilecektir. Tek başına kalabilme kapasitesi geliştikçe, bireyselleşme süreci daha sağlıklı bir şekilde tamamlanacak ve benmerkezciliği değil; özgüveni yüksek olacaktır. Başkasına bağımlı ilişkiler kurmak yerine, daha sağlıklı birliktelikler yaşayacaktır. Ayrılıklar, ölümler karşısında daha metanetli durabilmeyi öğrenecektir.

Birçok anne baba yeni bir ortama girdiğinde orayı çocuğuna göre yeniden organize etmeye çalışır. Ne yazık ki bu davranışla hem ortamın hem de diğer insanların ve en önemlisi de çocuklarının spontanlıklarına müdahale etmiş olurlar. Aslında amaç çocuklarına rahatlık ve mutluluk sağlamak olsa da dünya adeta kendi etraflarında dönüyormuş gibi davranıyorlar. Bulundukları ortama adapte olmak ve çocuklarının adaptasyon kabiliyetini geliştirmek yerine etrafı kendilerine uydurmaya çalışıyorlar.

Parkta bir çocuk diğeriyle oynamazsa ya da oyuncağını paylaşmazsa mutlaka ebeveynleri tarafından ikna etmeye çalışılır. Restoranda çocuğun istediği ya da yiyebileceği yiyecek yoksa bir şekilde ayarlanıp o yiyecek yaptırılmaya çalışılılır. böylece çocuğun kendisine alternatif yaratmasına ve çözüm üretmesine izin verilmez. Ve sürekli onun adına düşünüp, onun adına davranıp, çocuğun kendi davranışının sorumluluğunu almasını engellenir. Çoğu aile çocuğunu negatifle, olumsuzlukla, reddedilmeyle, dışlanmayla, yalnızlıkla tanıştırmak istemiyor. Hayatın içerisinde böyle nahoş gerçekler olsa da bunların üstü örtülüyor ve yokmuş gibi davranılıyor. Çocuğu bir proje olarak görüp, hayatın akışının ve doğallığının dışında davranıp, mükemmel bir sonuç beklemeye çalışılıyor. Sonrasında ise davranış ve kişilik problemleri yaşayan, dış dünyaya uyum sağlamakta ciddi güçlükler çeken nesiller yetişmeye başlıyor.

Biliyoruz ki hayat eksikleriyle, boşluklarıyla, olumsuzlarıyla birlikte bir bütün ve tümüyle yaşanabiliyor. Biliyoruz ki dışarısı her zaman günlük güneşlik değil. Aile içinde çocuğa yaklaşımı suya sabuna dokunmayıp sahte bir mükemmellik yaratmaya çalışmaktansa, hayat gerçekliğinin provası haline getirmek çocukların her zaman lehine olabilir.

O halde mükemmel değil, yeterince iyi ebeveyn olunmalı. Winnicott’un deyişiyle “yeterince iyi” olmak, çocuklarınız için son derece kâfidir. Bu durum eğer sizin için yeterli gelmiyorsa, burada çocuğunuzun değil, sizin ihtiyacınız ön planda oluyor demektir. Fakat bunu çocuğunuzun ihtiyacı gibi gösteriyorsanız, hayatınızda nelerin eksikliğini çocuklarınız üzerinden telafi etmeye çalışıyorsunuz belki biraz da bunu düşünmeniz gerekir.

Yazar Hakkında

Eğitlence

Eğitlence ekibi özellikle okul öncesindeki çocuklarımızı teknolojinin zararlı etkilerinden koruyabilmek için bir araya gelmiş profesyonel ve gönüllülerden oluşmaktadır. Ekip içinde çocuk gelişim uzmanları, pedagoglar, akademisyenler, grafikerler ve tecrübeli anne babalar yer almaktadır.